Peki bunca zamandır neredeydim, ne yaptım? En son yazımdan sonra İstanbul’da ufak bir karantina sürecine girdim. Formatçı olarak tanıdığınız arkadaşımın testi buluşmamızdan iki gün sonra pozitif çıktı. Öğrendiğim zamanki korkuyu anlatamam size. Şükür diyerek ben de herhangi bir semptom çıkmadı. Sıkıldım mı peki tek başıma? Hayır. Zaten aylardır İstanbul’da, evimde kalmayı özlemiştim. Fakat o telaşlı bekleyiş pek keyifli değildi. Zaten o karantinamdan itibaren hayatımda bir şeylerin olacağını kestirir gibi oldum. Daha doğrusu ders alma zamanımın geldiğini😅
Evde vakit
geçirmeyi sevdiğimi söyledim ama birazdan da bahsedeceğim gibi bu yeni normal
beni bayağı etkiledi. Sevdiğim şeylere bile yüz çevirir hale gelmiştim. Ve
bunca süre sonra ‘eski normal’i beklerken sabır taşına döndüğümü fark ettim.
Sadece ben değil, çevremdeki çoğu arkadaşım ve dostum farklı konular için
sabrediyordu.
Kimimiz sağlığı
için, kimimiz iş hayatında, kimimiz ise ilişkisinin gidişatı için sabır taşı
oluyor. Sabır.. Mevlana’ya göre kurtuluşun anahtarı, Shakespeare’e göre
fakirlik bana göre ise uzun bir bekleyiş. Sizin sabrınızı bilemem ama ben çoğu
konuda sabırsızımdır. Herhangi bir durumun, olacak şeyin en hızlı şekilde
hallolmasını isterim. Fark ettim ki pandeminin ikinci üçüncü dalgaları
süresince sabretmekle sınandım. Durumu daha net görüyorum. Son yazımda
İstanbul’u ne kadar çok özlediğimi söylemiştim. Fakat o an, bulunduğum durum
sadece Hatay için geçerliymiş de İstanbul’a gittiğim zaman her şey öncesi gibi
olacak diye düşünüyordum. Özlediklerimi yapamayacağım bir durum. Eve kapanma
dönemi. İlk dalgada hadi neyse ama ikinci ve şu an geçirdiğimiz üçüncü dalga
inanıyorum ki hepimizi psikolojik olarak etkiledi. İlk başlarda etkisini
belirgin şekilde hissetmiyorduk fakat sonrasında hepimizin sabrı tükendi ve
taşlarımız çatladı.
Bu durumu çayın
demlenmesi örneğini vererek açıklıyorum. Yavaş yavaş ve zamanla. Bunun farkında
olmak da bir artı diye düşünüyorum.
Geçirdiğimiz
günler ve zamanlar eski normaldeki gibi olmayınca artık tahammülüm de
azalmıştı. Her bir şeye kıllanmaya başlamıştım. Tek telkin yöntemim kendime her
şey geçip bitecek demekti. Fakat bir değişiklik olduğu yoktu. Sanki hayat
çarkımın arasına bir şey sıkışmış da döngünün gerisi gelmiyor gibi. Bekle..
Bekle.. Bekle.. Nereye kadardı? Dediğim gibi o an hala farkında değildim bir
şeylerin. Günler geçtikçe taşlaştığımı düşünüyordum ve elbette o taşın bir gün
çatlayacağını.
Sabret kelimesini çoğu zaman fazla kullanıyoruz ya da duyuyoruz. İşletmeci dostuma söylemekten yorulmadığım ama onun da bir yere kadar sabrettiği kelime oldu “sabret”. Olayların görmediğimiz tarafı olduğundan o an tek söyleyebileceğimiz “Sabret.” demek oluyor. Tabii bu bir süreye kadar işe yarıyor. Doğal olarak zaman geçtikçe sabırsızlığımız sinire ve umutsuzluğa kayıyor. Bu duygu değişimleri az önce bahsettiğim hayat çarkına daha çok köstek oluyor. Düşüncelerde boğulmaya başlıyoruz. “O an bu an” dediğimiz ve bize doğru gelen zamanlar, çoğu kez beklemekle geçiyor. Nedenini düşündüğümde sadece kendi bakış açımız ve hayatımızla duruma baktığımızı anlıyorum. Aslında başka köşelerde farklı durumlar oluşmakta. Bahsettiğim köşelerden bakabildiğimiz zaman büyük hayat çarkının işlediğini ancak öyle fark edebiliyoruz.
Benim de gözümü
açan bu farkındalık oldu. Sabretmek sadece istediğimiz, düşlediğimiz veya
olmasını beklediğimiz durum için geçen zaman değil, bir kabulleniş aslında.
“Evet şu an böyle bir andayım ve olan durumla önüme bakmam gerek.” diyebilmek.
Ben bunu yaklaşık altı ay sonra fark ettim. Geç olsun güç olmasın. Belki şu
anda beklediğiniz teklif için planlar yapılıyor, belki de sınavı kötü geçen
dersiniz ile ilgili lehinize bir durum gelişmekte hatta belki de başta korkarak
olduğunuz ameliyat sizi gelecekte başka bir sağlık sorunundan kurtaracak.
Çeşitli durum sıralayabilirim size. Dediğim gibi böyle sabır gerektiren
zamanlarda olduğumuz noktada bir gelişme olmasa da başka taraflarda işleyen bir
şeyler olduğunu bilmek en büyük motivasyon kaynağı.
Bu kadar şey
yazdıktan sonra ‘sabredin’ demek sanırım sinir bozucu olur ki haklı olarak bir
yere kadar sabrediyoruz. Ara tatilimde Hatay’a geldikten sonra, tam da sabır
ile yüzleşirken hızlı bir kararla Ankara’ya geçiş yaptım. İstanbul’a dönmek
istemiyordum çünkü hala orayı eski normale göre düşünüyordum. Sabırla
yüzleşmemi yıllardır köy dediğim Ankara’da (şaka olarak söylüyorum tabii✌)
yaşadım. Ve fark ettim ki, sabredilmesi gerek, zaman isteyen konularda konum
değişikliği insana farklı bir bakış açısı katıyor. Siz de böyle bir süreçte
iseniz önerimdir.
Tabii ki bu
kabullenişi Genetikçi arkadaşımın doğum gününe ek olarak kutladım. Ankara’yı
aman aman bilmiyorum ama hepimiz en azından bir kere Atakule’yi duymuşuzdur.
Ankara’nın dört bir yanına harika görüş sağlayan ve alışveriş merkezine
döndürülen Atakule’ye yolunuzu düşürün derim. Yanlış bilmiyorsam çoğu yemek
yeri manzaralı. Biz arkadaşlarla Luigi’s de oturduk. Benim için tek kelime ile
harikaydı. Ortamın havadarlığını ve dizaynına sözüm yok zaten. Eğer Ankara’da
bir ilişkiniz veya flörtünüz varsa yemek ve kokteyl mekanı olarak hiç şüphesiz
burayı tercih edin. Size artı puan garanti. Yemekler lezzetinde ötesinde.
Kokteyl kısmını ayrı bir dünya. Luigi’s’in sitesine baktığınızda kokteyl
menüsünde bir ünlü geçidi göreceksiniz. Tamamıyla kült ünlüler. Doğruyu
söylemem gerekirse listede Sophie Loren ve Gianni Versace’yi görmek gözlerimi
doldurdu.
Toparlayacak olursak tekrardan hepinize sabır diliyorum. Beklediğiniz haberler, istediğiniz şeyler ve hayal ettiğiniz düşler sabrınızın sonunda en güzel haliyle sizinle olacaktır, inanıyorum. Bir sonraki yazıya kadar kendinize iyi bakın!
Luigi's Ristorante Bar daha fazla bilgi için 👇
Yazının editörlüğünü yapan Sena Sönmez'e sonsuz teşekkürler!
Yorum Gönder